Serin bir pazar sabahı, uykusuzluğun beni sürüklediği sokaklardan sahile indim. Şehir henüz uykudaydı, sadece kuşların cıvıltısı duyuluyordu. Bu sessizlik, gürültülü İstanbul'da nadir bulunan bir huzur kaynağıydı. Kendi içime dönmek, kendimle baş başa kalmak için en uygun zamandı.
Selamsız'dan Harem'e Ruhani Bir Yürüyüş
Selamsız mahallesinden Üsküdar'a doğru yürüyerek, denizin dalgalarıyla kalbimin ritmini eşitledim. Harem'e kadar kimselere rastlamadan, yalnızlığın tadını çıkardım. Yokuşu tırmanırken, Sultanahmet, Ayasofya ve Sarayburnu'nun eşsiz manzarasına daldım. İşte o an, sağ tarafımdan bir ses duydum: "Ben Mualla evladım, selam ola. Muâşaka Mualla diye ünlerler..."
Mualla abla, yaş almış ama yaşlanmamış gibiydi. Ela gözleri ışıl ışıldı, duruşu asil, Türkçesi ise berraktı. Elinde bir kahve matarası, diğerinde bir kitap vardı. Bu saatte kahve ve kitabı birleştirmek, onun gibi birine yakışırdı. Başının hafif bir işaretiyle yanına davet etti. Elini öptüm. Sanki yıllardır tanışıyorduk. Bu duruma eskiler "Lavanta" derlermiş. Tekrar "Ben Mualla evladım, selam ola. Muâşaka Mualla diye ünlerler... Ya sen kimsin?" dedi.
Mualla Abla'nın Yüce Kişiliği ve Sanatla Bezeli Evi
Mualla ablanın evi, klasik döşemeleri ve tezyinatıyla bir müzeyi andırıyordu. Orada sabahlara kadar süren sohbetlerde sadece ilim değil, aynı zamanda hal de vardı. Vaktiyle musikiyle ilgilenmiş, gençliğinde hüsn-ü hatla alakadar olmuş, çocuklarını büyüttükten sonra tezhibe ağırlık vermişti. Aslında tezyin ettiği kendisiydi. Onu tarif etmek için siyah, kırmızı ve mavi olmak üzere üç renk belirlemiştim.
Muâşaka: Sevenlerin Karşılıklı Aşk Hali
Mualla abla ruhî bir yüksekliğe sahipti. Söz söyleme şekli, kelime seçimi, tonlaması, nükteleri, sevme biçimi, rica ediş tarzı, gülüşü, kızgınlığını ifade edişi, dinlemesindeki derinlik ve dikkati bir başkaydı. Çay bardaklarının şekli, kahve fincanları ve sunuş biçimi bile zarafet şelalesi gibiydi. Her şeye kıymet veriyor, her hususta özenliydi. Bu, onun hayatına anlam katma üslûbuydu.
Sezgileri inanılmaz derecede güçlüydü. Yıllar boyunca onunla oturup kalktıkça, ses tonumdan, yüz hatlarımdan, oturma şeklimden ruh halimi hemen çözer, sanki başkasından bahseder gibi misaller vererek kederimi dağıtırdı. O ilk selamlaşmamızda ifade ettiği "Muâşaka" üzerinde hiç konuşulmamıştı. Bir gün "Sultan ablam sana bir sualim olacak" dediğimde "Yorma kendini imanım biliyorum merakını" demişti.
- Muâşaka, sevenlerin karşılıklı aşk haline deniyormuş.
- Âşıkdaş olmaktı muâşaka.
- Çift bedende tek ruh olmalarıydı.
- Birbirlerine meftun oluşlarıydı.
Çok sevmek, şiddetli tutku, doruktaki aşk da diyebilirsiniz isterseniz. Buna temaşayı bilmeden erişilemeyeceği ise muhakkak. Bir hayretimi daha paylaşmadan bu yazı bitemez. O da muâşakasının adını hiç zikretmemesiydi. Yeri geldiğinde sadece "Yâr, o yâr" diyordu. Şiddetli aşkından belli ki adını dilinden bile sakınıyordu. Ya Selam!
Mualla abla'nın hikayesi, aşkın, sanatın ve ruhani derinliğin iç içe geçtiği bir yolculuktur. Onun hayatı, her anın kıymetini bilmek, güzellikleri fark etmek ve insanlarla derin bağlar kurmak üzerine kurulmuştur. Muâşaka Mualla'nın mirası, kalplerimizde daima yaşayacaktır.